ALEVİLİKTE HAK-HUKUK-ADALET
DÂR’A ÇEKİLME, GÖRGÜ ve DÜŞKÜNLÜK ERKÂNLARI
“…Kapısında döktüğün varsa doldur. Ağlattığın varsa güldür. Yıktığın varsa kaldır. Doğru gez, dost gönlünü incitme. Mürşidine teslim‐i rıza ol. Yalan söyleme, haram yeme, zina etme, elinle koymadığını alma, gözünle görüp kulağınla işitmediğini söyleme… Bu yol kıldan ince kılıçtan keskincedir. Demirden leblebi, ateşten gömlektir. Gelme gelme, dönme dönme. Gelenin malı, dönenin canı. Riya ile ibadet, şirk ile taât olmaz. Söylediğiniz meydanın, sakladığınız sizindir. Geldiğiniz pir divanı, durduğunuz Mansur Dâr’ıdır…”
Görgü Ceminden
Bir kişinin Alevi kökenli olması, Alevi olduğu anlamına gelmez. İkrar vermesi gerekir. İkrar vermiş bir Alevi’den de verdiği İkrarının gerektirdiği edep-erkânı yerine getirmesi beklenir. Alevilikte Hak-Hukuk-Adalet temel ilkesi İkrar vermiş, musahibi olan bir alevi olarak ilahî adaleti beklemeden yeryüzünde “… yıktığın varsa yap, döktüğün varsa doldur, ağlattığın varsa güldür. Dâra gel, doğruyu söyle, erenler farkında olsun” ilkesiyle Hakk meydanında “Nesim’i gibi yüzülüp, Mansur gibi asılıp, Fazlı gibi borçtan halas olarak” kimsede “kul hakkı” bırakmadan yaşamaktır.
Terimler ve Tanımları: Neden bahsettiğimizi bilelim
Hukuk; toplumsal yaşamı düzenleyen, maddi yaptırımı olan kurallar bütünü olarak tanımlanır. Toplumsal yaşamı düzenleyen başka kurallar da vardır, ahlak kuralları, etik kuralları, din kuralları gibi.
İnsan eyleminin belirli bir toplumun törelerine, kurallarına, gelenek ve görenekleri ile kullanımlarına ilişkin tüm kuralları veya ilkeleri, yükümlülükleri veya yasakları belirleyen kavrama Ahlak denir (Arapca “hulk” veya “huluk” huy; latince “moralis” geleneklerle ilgili). İnsanın, kendisinin veya diğer bireylerin ya da bütün toplumun ne yapacağını ve nasıl davranacağını tanımlar. Ahlak, bir yandan kolektif toplumsal örgütlenme biçimlerinin, toplumun, genel çıkarlarının korunmasını, diğer yandan da bireylerin toplumdaki yaşamlarından zevk almasını amaçlar.
Ahlakî kurallar iki gruba ayrılabilir: bir yandan kişisel (bireysel) ahlakın esasları; diğer yandan bir kültürel topluluk içinde paylaşılan dinî ve/veya medenî davranış kurallarıdır (veya ilkeler sistemleridir). Bu kurallar, kendilerini bir sosyal gruba adetler ve gelenekler olarak kabul ettiren basit alışkanlıklar, bilinçli ya da bilinçsiz edinilen, öğrenilen ve bütünleştirilen ve yüzyıllar boyunca tanımlanmaya veya dönüştürülmeye ya da tam tersine mutlak standartlar olarak, zaman içinde değişmez ilahî ya da açıklanmış kökene sahip kültürel davranış biçimleri olarak görülebilir.
“Ahlak” anlam olarak bugün sıkca kullandığımız “Etik” kelimesiyle birbirine çok yakındır. Antik çağ filozofların bazı çevirmenleri bu iki terimi zamana göre açık bir ayrım yapmadan Yunanca “ethikos” sözcüğünü çevirmek için kullandıklarını da biliyoruz. Bununla birlikte, bazı modern filozoflar için “ahlak”, ahlakın standartlarını, sınırlarını ve görevlerini oluşturacağı temel bir yansıma olarak tanımlanan “etikten” ayrılır. Ahlak “iyi ve kötü” sorununa odaklanarak, akıl ve mantık değerlerinden (doğru veya yanlış), hukuktan (yasal veya yasadışı), sanattan (güzel veya çirkin) ve ekonomiden (yararlı ve yararsız) farklıdır.
Ahlak bireysel olabilir, bu durumda bireyin kendisi için belirlediği ve uygulamaya karar verdiği bir şeref/namus kuralıdır. Ancak ahlak kolektif olabilir ve bu durumda hukuka benzer. Ahlak ve hukuk, toplumdaki yaşamı iyileştirmek amacıyla koordineli bir şekilde çalışır. Ahlak ve hukuk arasındaki ilişkiye dair farklı teoriler vardır. Yazarlar, ahlak ve hukuk arasındaki ilişkiyi göstermek için iki dairenin görüntüsünü kullanırlar. Bazıları için bu iki daire eş merkezli, çünkü hukukun tamamen ahlak tarafından içine alındığını düşünüyorlar. Diğerleri bu dairelerin kesiştiğini iddia ediyor. Bu durumda, üç kural kategorisi olacaktır: yasal boyutu olmayan ahlaki kurallar, ahlaki boyutu olmayan yasal kurallar ve kesişme noktasında, yasal uygulaması olan ahlaki kurallar.
Ahlakın din ile ilişkisinde ise ahlakın vicdan denen daha kişisel bir karaktere sahip olmasıdır. Din ise “cemaat” oluşturup, bireyleri “birbirine bağlamaktan” oluştuğundan, din daha kamusal bir karaktere sahiptir; dini kurumların rolü, bu nedenle her dine özgü öğretilerle ilgili olarak vicdanı aydınlatmaktır.
Dinî Ahlak, ise bir dini topluluğun, inananları inançlarına uygun olarak dini bir hedefe doğru ilerletmek için aldığı kurallar veya konumlar bütünüdür.
İslam’da ve Alevilikte “Güzel Ahlak” ve “Adalet”
Kur’ân-ı Kerîm, zaman zaman önceki kavimlerin olumlu veya olumsuz yönlerinden ahlâk, tavır, hal ve hareketlerini zikrederek ibret almamızı ve övülen davranışlara yönelmemizi, kötü hal ve hareketlerden sakınmamızı tavsiye eder. Nahl Sûresi’ndeki 3 emir ve 3 yasak âdeta İslâm Dini’nin özünü ve ahlâkî esaslarını (ma’rûfu) ve nehiy ettiği hal ve hareketleri (münkeri) özetlemiştir.
(Nahl suresi 16/90 Diyanet 2011 meali)
Adalet, İhsan ve akrabaya yardım düzen sağlayan ilkelerdir:
– Adalet: Herşeyi tam olarak yerine getirmek, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak demektir.
– İhsan: İyilik etmek, hayır yapmak, Bağışta bulunmak ve emredilen şeyi gerektiği gibi yerine getirmek demektir. İbadette ihsan: Allahı görür gibi ibadet etmektir.
– Akrabaya yardım: Uzak ve yakın akrabaya iyilik etmek, ihtiyaçılarını karşılamak ve onlara karşı iyi davranmak demektir.
Bu ayette bahsedilen çirkin davranışlar ise:
– Hayâsızlık (Fahşâ): Yalan, iftira ve zina gibisöz ve fiilele işlenen günah ve çirkinliklerdir.
– Fenalık (Münker): Şeriat ve aklıselimin beğenmeyip fena kabul ettiği iş ve davranış demektir.
– Azgınlık (Bağy): İnsanlara karşı üstünlük iddia edip onları, zulüm ve baskı altında yaşatmak demektir.
Âl-i İmran 3/ 134- 135 ve 159 (Diyanet 2011 mealinden)
….
Tabii Alevi dinbilimi Kur’an’ı okurken “akıl/us” ve “ilim” ile okumayı öneriyor. Böyle bir yaklaşımı Doç. Dr. Şahin FİLİZ “Ahlak Felsefesi, Ahlakın İnsani ve Dini Temelleri” adlı yazısında İslam Ahlakı hakkında şöyle diyor:
“ Geleneğin etkisi altında şekillenen ahlak anlayışına ve yanlış yorumlamalara göre Müslüman birey, sürekli kendisinden bir şeyler istenen insan durumuna getirilmiştir. Herkesin bir talep listesi var elinde. Tanrı bir şeyler istiyor, peygamber bir şeyler istiyor, İslam alimleri bir şeyler istiyor, devlet de bir şeyler istiyor… O zaman özgür birey ortadan kalkıyor. Bireyin istekleri, beklentileri, insan olarak talepleri dikkate alınmamış oluyor, burada böyle bir eksiklik var.
Allah bizi kendi suretinde yarattıysa, zaaflarımızı, isteklerimizi, beklentilerimizi şüphesiz daha iyi bilir, ama bunu bizim ortaya çıkarmamız gerekir. Bize düşen şey insani beklentilerimizi, amaçlarımızı kendisinde bulabileceğimiz bir ahlak sistemini yeniden yapılandırmaktır.”
Alevilikte Hak-Hukuk düzeni ve uygulanan erkânlar
Alevilikte, yol kurallarını koruyan, toplum barışını sağlayan, düzenin bozucularına uygulanan yaptırımlar vardır. Bunların başında özel olarak İkrar vermiş bir canın dâra çekilmesi, görgü ceminde görgüden geçmesi ve gerektiğinde düşük görülmesi gibi erkânlar vardır.
Burada kuralı koyan ve yaptırımı uygulayan bizzat Kur’an ve Ehl-i Beyt’in öğretisiyle topluluğun kendisidir. Roma hukukundan kalan “nerede bir toplum varsa orada hukuk vardır” kuralı özgür, bağımsız ve merkezi otoriteyi reddeden ve kendi varlığını kendi iradesiyle var eden Alevi toplumu için de geçerli olmuştur. Bu yaklaşımla Aleviler, Ehl-i Beytin izinde Hüseyni bir tutumla ve Atalarının kültürüyle uyumlu olarak, Alevilere özgü ayrı, varolan devlet hukukunun dışında ve bütünüyle ona yabancı bir hukuk sistemi yaratarak yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Dışlanmışlık karşısına merkezi otoritenin hukuk sistemini dışlayarak birbirinden bağımsız çok farklı yerelliklerde de olsa içerikleri birbirine benzeyen bir hukuk sistemi oluşturmuşlardır. Alevilikteki kuralların esasını-amacını toplumun bir bütün olarak sağlıklı bir biçimde kendisini varetmesi, tehlikelerden, çürüme-çözülme ve aşınmalardan uzak tutulması oluşturur.
Herşeyden önce ikrar vermekten başlayalım. Yol’a girmek için hazırlanan Talip’in ikrarı ile bireylerin görev ve yükümlülükleriyle davranışlarına yön vermektedi. Yapılan her davranışın, kullanılan her simgenin bir anlamı vardır. İkrar, Yol’a girmek için verilen sözdür. “Dil ile söyleme, tasdik, kabul etme, inancını söylemek” anlamlarına gelir. Bu nedenle sözünden dönmeyeceğini söylemeye ikrar vermek denir. İkrarın temelinde Kur’an’nın Fetih suresi 10cu ayeti (ayrıca Ali İmran Suresi 103, Fetih Suresi 18, Tahrim Suresi’nin 12. ayetleri) vardır:
“O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile bey’atleşiyorlar. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir.” (Yaşar Nuri Öztürk meali)
Bu İkrar verme erkânında Dede her talibe teker teker uyması gereken tarikat kurallarını söyler. Eline, diline beline sahip olmak yolun ilk koşuludur. Mürşid hak bilinecek, teberra alnılacak, tevella kılınacak, küfür, kötü söz ağızdan çıkmayacak, yalan söylenmeyecektir. Usul yerini bulsun diye ikrar vermeyin. İkrar vermek zor bir şey. Ateşten gömleği giymek gibi bir şey.“Öl ikrar verme, öl ikrardan dönme”. Bu öğütler verilirken her öğütten sonra genç “Allah eyvallah” diyerek kuralı yerine getireceğine ant içer. “ Ölümüz olur, dönüşümüz olmaz, başımız açık, ayağımız yalın. Özümüz darda, yüzümüz yerde. Pir’den ne gelirse “Alllah eyvallah” dedik, durduk darına. Boynumuz kıldan ince, yolumuz kılıçtan keskin. İnandık iman getirdik. Huzurunuzda birliğe yettik” der.
topluma dönerek: “Yüzler yerde, özler darda, gözler erenler gözü, Nicesiniz bu yeni sofulardan?” diye sorar. Toplum “Katarları uzun olsun, Dede muratlarını versin!” der. Dede son olarak “Evvela özünüzü arayın, sonra hakka yarayın” der. Dede hayırlısını vererek genç sofuları dârdan indirir.
Dâr Nedir?
Dâr, kıyamla Hakk’ın huzurunda durduğunu kabul ederek, benliğini ortaya koyup teslim olmak demektir.
Cemlerdeki dâr meydanları Osmanlı Devleti zamanında sanki faal birer
mahkeme gibi çalışmış, bütün sorunları cemlerde çözüme ulaştırmıştır. Dedeler ve cem erenlerinin verdiği kararlar Alevî toplumu tarafından Osmanlı kadısının kararından daha adil olarak kabul görmüştür.
Alevilikte yargılama süreçleri dar meydanında gerçekleşir. Dâr-ı Mansur olarak da adlandırılır. Dâr meydanı Alevi canın kendisin tümüyle topluma teslim ettiği yerdir. Dâra çekme, dâra çekilme, dâra durma bu teslim ve karar anını ifade eder. Dârda “Kul hakkı” çok önemlidir. Alevîler Hakk’ın huzuruna kul hakkıyla gitmemek için bütün sorunlarını cemlerde çözmüşlerdir. Eğer canlardan herhangi birisi maddi ve manevi bir haksızlığa uğramışsa, mağduriyetinin giderilmesi için cemde meydana gelerek dâra durur. “Bu dâr Mansur dârıdır. Dâra, idam ağacına asılır gibi doğruca pir önünde durup elini sallandırıp asılı durmaktır. Talip dâra geçip durduğunda Mansur olur” (BUYRUK Prof. Dr. Bozkurt, 2006: 105).
Pir Sultan’ım der gözümde
Hiç hata yoktur sözümde
Eksiklik kendi özümde
Dârına durmağa geldim
Dârda duranın kimden isteği, şikâyeti varsa onu dillendirir ve uğradığı haksızlığın giderilmesini talep eder. Şikâyetçi gerçekten haklı ise hakkı alınır ve teslim edilir. Dâr meydanında yalan, dolan olmaz eğer yalan söylerse o kişi düşkün olur. Kimse o meydanda yalan söylemeye cesaret edemez.
Alevilikte Suçun Unsurları
Alevi hukukunda toplumun “varlığını, birliğini, dirliğini” tehlikeye-zora sokacak, zaafa uğratacak, rencide edecek, incitecek her türlü fiil suç olarak nitelenmiştir. Suç kavramını ceza hukukunun anladığı anlamda almak doğru olmaz. Burada suç ile kasdedilen doğru-uygun-yerinde olmayan fiildir. Dolayısıyla özel hukuk-kamu hukuku türünden bir ayrım sözkonusu değildir.Yani uygunsuz davranışlar bireye ve topluma karşı işlenmiş diye ayrılmaz. Her türlü uygunsuz fiilin-suçun tüm toplumun menfaatine yöneldiği düşünülür. Yani bir canın bir başka cana zarar vermesi halinde zarar gören canın zararı giderilmekle birlikte, fail tüm diğer canların da razılığını almak zorundadır.
Uygunsuz davranışı-suçu kimin işlediği de uygulanacak yaptırımlar açısından önem taşımaktadır. Talibin işlediği suç bir günah sayılır. Ama pir ve rehberin işlediği bir günah beş günah yazılır. Çünkü pir ocakzadedir. Yol öğretmenidir. Pir-Rehber talibe doğru yolu göstermekle yükümlüdür. Onun talibe iyi örnek olması gerekir. Sürekli kendisini eğitmesi gerekir.
Alevilikte suçun kime yönelik olarak işlendiğinin de ayrı bir önemi vardır. Şöyle ki bir suç hem Alevi olan bir insana hem de Alevi olmayan bir insana karşı işlenilebilinir. Bu durumda suç işleyen kişiye verilecek olan ceza sözkonusu suçun hedefindeki kişinin kimliğine göre değişir. Yolda olmayan düşkün meydanında yargılanamaz. Fakat yol mensubu yolda olmayana karşı bir suç işlemişse o cem meydanında görülür. Suçun hedefi Alevi olmayan bir kimse olursa verilecek ceza daha da ağırlaştırılır. Çünkü bir yabancıya karşı suç işlenilmesi durumunda toplum dış bir tehlikeyle yüzyüze gelmektedir. Varlık ve birlik için dış tehlike yaratmak öyle kolay mazur görülebilecek bir davranış değildir ve dolayısıyla daha ağır yaptırıma tabi tutulur.
Dârdan İndirme Cemi
Alevîlerde “Dârdan İndirme Cemi” aynı zamanda ikrarlı olan Alevî inancındaki bir kişinin ölümünden sonra ya ölenin yakınları ya da musahibi aracılığıyla geride kalanlarla helalleştiği; sağlığında irtibatta olduğu canlardan razılık alındığı bir cemdir.
Görgü Cemi ve Düşkünlük
Her yıl her alevi can görgü ceminde dâr meydanına çıkıp tüm toplumun önünde bir yıllık davranışlarının hesabını verir. Bu durumda da o can yine tüm diğer canların kendisi hakkında rızalığını alma yoluna gider. Hakkında herhangi bir şikayet olan her can da sözkonusu şikayet konusunda dâra çekilir. Cemlerde hizmeti yürüten hizmet sahipleri de, Dede başta olmak üzere, daha hizmete başlarken dâra dururlar, rızalık alır ve hizmetlerine öyle başlarlar.
Alevi toplumunda her türlü gündelik davranış Alevi hukukunun konusunu oluşturur. İnanç, ahlak ve hukuk kuralları diye bir ayrım sözkonusu değildir. Yapılması ve kaçınılması gereken her davranış bir hukuk kuralıdır. İkrar vererek yola girmekle birlikte topluluk o candan davranışlarının bilincinde olan bir olgun insan olarak toplumsal yaşantıyı zora sokacak her türlü davranıştan kaçınmasını isteme hakkına sahip olur. Yine o candan toplumsal yaşantıyı kolaylaştıracak davranışlarda bulunmayı isteme hakkını da elde etmiş olur. Yani ikrar veren can salt olumsuz davranışlardan kaçınmakla yetinmeyecek topluma ve diğer canlara karşı yardımlaşma, paylaşma gibi olumlu davranışlar içinde de bulunacaktır.
Görgü ceminde Dede, canları Alevi yolu ve ikrarı üzerine sorgular. Alevi inancına uymayan davranışlarda bulunan varsa ve bu konu biliniyor veya gündeme getiriliyorsa çözüme kavuşturulur. Konunun bilinip bilinmemesi veya şikâyete konu olup olmaması da önemli değildir. Çünkü Dede görgü sırasında, görülen kişiye “Seni senden soruyorum” der. İkrarlı bir alevi bunun anlamını bilir. Yeri gelir kimsenin bilmediği eksiklerini veya hatalarını kendi söyler ve af diler. Cezasını çekmek ister. Gerektiğinde cezalar verilir. Alacaklılar ve borçluların anlaşmazlığa düştükleri konular halledilir. Dargınlar barıştırılır.
Kısaca görgü ceminde kişinin “Eline, diline ve beline sahip olup olmadığının” sorgusu yapılır.
Dede ilk başta Rehber olmak üzere dârda duranları (bazı yörelerde Rehber ilk olarak Dede’yi) sırayla sorguya başlar: “… yıktığın varsa yap, döktüğün varsa doldur, ağlattığın varsa güldür. Dâra gel, doğruyu söyle, erenler farkında olsun”. Rehber;Allah eyvallah… Uzak gittik yakın geldik, er, pir meydanı diye durduk. Yüzümüz yerde, özümüz Dâr‐ı Mansur’da bizlerde hakkı olan kardeşlerimiz hakkını talep eylesin” der. Dede yukarıdaki sorgu ve cevaplamayı sırasıyla dârda duran herkese sorar.
Dârda duranların tüm sorgularının bitince dede cemaate hitaben:
“Eyvallah canlar! Ey Cemaat! Dârda duran bu canlarımızın elleri erde, yüzleri yerde, özleri Dâr‐ı Mansur’da ve Hakk meydanı, pir divanında canlarını kurban, tenlerini tercüman ederek, (…)Hakkı görmüş, Râh‐ı Hakk bilmişler. Nesim’i gibi yüzülüp Mansur gibi asılıp Fazlı gibi borçtan halas olmak dilerler. Ve himmet‐i pire niyaz ederler. Siz, Hakk yolunun yolcuları, Muhammed Mustafa, İmam Ali ve Ehl‐i Bey’in sâdık dostları olan cemaat erenleri siz bu canlardan razı mısınız?” diye cemaate üç defa sorar. Dedenin her sormasında cemaat, “Allah eyvallah. Bizler razıyız. Allah, Muhammed ve Ali de razı olsun” diye cevap verirler. Dede de her seferinde, “Allah da sizlerden razı olsun Hakk Muhammed ve Ali gönlünüzü görsün, muratlarınızı hâsıl eylesin” der. Böylece Talip özünü dört kapı kırk makamda bularak “eline‐diline‐beline” kuralıyla “Görgü Cemi”nde alacağını alıp vereceğini verip İmam Hüseyin yolunda aklanır.
Suç ve ceza
Alevilikte görgü ceminde ortaya çıkan durumlar genellikle tarafların ve cemdeki topluğun rızası alınarak halledilir. Ama bazı karışık durumlarda Dede İmam Cafer-i Sadık Buyruğu’nu kendine rehber alır ve Buyruk’a göre ve zamanın şartlarına uygun olarak cezaî uygulamalar önerirler uygulanır.
Bölge ve dönemlere göre değişmekle birlikte düşkünlüğü gerektiren suçlar en hafifinden en ağırına kadar şöyle sıralanır: Komşu ve akrabaları lâf taşıyarak birbirine düşürmek, komşunun bağına bahçesine zarar vermek, hırsızlık yapmak, başkalarına hakaret etmek, onları dövmek, yoksula faizle para verip evini barkını satmak zorunda bırakmak, yetim malı yemek, mürşid veya rehberine saygı göstermemek, Ehl-i beyt’e dil uzatmak, zina etmek, kaza ile veya bilerek adam öldürmek, kin yahut düşmanlık sebebiyle cinayet işlemek.
Kişinin düşkünlüğü işlediği suça göre sürekli veya geçici olabilir. Görgü Ceminde sorguya çekildiği, “bel düşkünlüğü”nün (ırza geçme) görüşülmeden cezalandırıldığı, suçlu af dilese bile yedi yıl toplum dışı bırakıldığı; “el düşkünlüğü” (hırsızlık)ile “dil düşkünlüğü”nde (yalan söylemek) daha az bir süre ile toplum dışına itme, kurban kestirme, para verdirme gibi cezalar verildiği görülür. Cinayet, ırza tecavüz, ikrardan dönmek, Hz. Ali’ye ve Ehl-i beyt’e dil uzatmak en ağır suçlar kabul edilir. Bu suçları işleyen kişinin düşkünlüğü kalkmazsa hayat boyu topluluk tarafından dışlanır ve asıl cezası mahşere bırakılır. Hafif sayılabilecek suçları işleyenler ise pişman oldukları takdirde geçici bir süre bunun sonuçlarına katlanır. Ancak ceza süresince topluluk içine giremez ve kendileriyle her türlü ilişki kesilir. Sürenin tamamlanmasıyla ikrar verip yola girenlerin geçici düşkünlüğü sona erer. Düşkün olan kişi bir dede de olabilir. Bu durumda dede, pîri yahut bağlı olduğu dede veya onun da içinde bulunduğu bir dedeler grubu tarafından yargılanır. Düşkün hale gelen dede posttan düşer ve cem âyinini yürütemez. Düşkünlük halinde bulunan kişiye ailesi sahip çıkamadığı gibi musâhibi de toplum nezdinde mânen sıkıntılı duruma düşer. Düşkün olana selâm verilmez, selâmı alınmaz; onunla babası ve ailesi dahil herkes ilişkiyi keser, bir ihtiyacı olduğunda yardım edilmez, evine girilmez, kendisi de kimsenin evine giremez. Sadece cenazesi olursa defnine yardım edilir, fakat ölü için verdiği yemek yenmez. Teselli bulması için kırk gün kendisiyle normal bir şekilde konuşulur, bu süre bitince tekrar eski hale dönülür. Kendisi öldüğünde şeklen cenaze namazı kılınır ve toplumdan rıza alınmadan defnedilir.
Ayrıca düşkün olan kişinin musâhibi de o suçu işlemesini önlemediği için suça ortaklık etmiş sayılır ve aynı muameleye tâbi tutulur.
Uygunsuz davranışta bulunan Alevinin kimliği de ağırlaştırıcı bir nedendir. Topluma önderlik edenlerin, mesela pirin-mürşidin bir uygunsuz davranışı sözkonusu olduğunda “suç” daha ağır “ceza” gerektirir.
Düşkün kişi pişmanlık duyup suçunu itiraf ettiği ve bir daha suç işlemeyeceği zannedilirse cezasını çektikten sonra düşkünlük erkânınca “yunmak” veya “düşkün kaldırmak” denilen bir cem âyini düzenlenir, mağdurun ve cem sakinlerinin rızası alınarak yeniden “yol”a kabul edilir.
Düşkünlük konusunda tereddüdü olan veya karar vermekte zorlanan dedeler durumu bir üst karar mercii olarak tek düşkün ocağı olan Hıdır Abdal Sultan Ocağı’na havale ederler. Düşkün Ocağı’nın dedeleri, tâliplere verilen cezaları yeniden değerlendirip onaylayabileceği gibi iptal etme yetkisine de sahiptir.
Kentsel yaşamda dâr’a çekilme, görgü ve düşkünlük erkânları
Kapalı bir toplum inancı olan Alevilik köyden kente göçlerde Aleviliğin özünü oluşturan, ikrar verme, musahip olma, Hakk divanında Dâr’a çekilme, görgü ve düşkünlük erkânlarını uygulanma koşulları giderek zorlaştırdı. Kentlerin karışık etnik, kültür, ekonomik ve sosyal yaşamında her şeye rağmen Aleviler nerede olurlarsa olsunlar ve hangi toplum gerçekliği içinde yaşarlarsa yaşasınlar yine de Alevileri birbirine bağlayan ahlak ve etik değerlerini, dâr’a çekilme, görgü ve düşkünlük erkânlarının işlevlerini yaşatabilirler. Alevilerin bugün en önemli sorunu kent yaşamına özgü yeni düzenlemelere gitmektir. Bu düzenlemelerin en önemli yanı da birlikte yaşama hukukunu içeren Hakk divanını günün koşullarına uyarlayarak işlevsel hale getirmekten geçer.
Destek için Arayın